‘‘Düşünceler, ruhumuza bastırılan bir damga… Ruh ne kadar az karşı koyarsa ona bir şey mühürlemek o kadar mümkündür. Hele ki ruh bomboş ve ıssız ise, düşüncelerin ağırlığı altında kolaylıkla eğilir…”
Herkesin konuştuğu gibi konuşmayı, nefes aldığı gibi almayı ve düşündüğü gibi düşünmeyi öğreniriz ilk önce. Benimseriz ve içimizde sağlam bir yer veririz. Sanki o diyarda her şey olması gerektiği gibi veya olmasa da olur gibi olur ilk önce. Ne özgürlük ne de tutsaklık barındırır. İyi ve kötü, doğru ve yanlış hiç bir anlamı ifade etmez ve kendi kanunu kendi koyar. Öyle salını salını dolaşıverir, zaman alır ve verir, yorar. Sonra bir toz buharı olup gider.
Eyleme geçmeden insan bedenine öylesine sıkı sıkıya tutunur ki illet olmuş bir hastalıklı gibi zehirler, bazen ise tutundukları ruhu ve bedeni panzehir olup rahat bırakılar. Uyku… Düşüncelerin kabusu ve panzehiri. Düşünceler kabus içinde kendi kabuslarını yaratırlar uykuda. Var olamazlar, nefes alamazlar ve tutunamazlar…
Yok olmaktan öylesine kokarlar ki o ruh gözlerini yeni bir güne açtığında düşünceler daha öfkeli daha hırçın geri dönerler. Yok olmak nedir, var olma savaşı nasıldır bilirler. İşte o zaman o içinde özgürce savrulduğumuz düşünceler bizim efsunumuz olur. Ne kaçabilir ne kurtulabiliriz. Bazen tek kaçış yolu olan uykuda bile…
Bu hikaye küçük ruhlar içindir. Anacak bir de güçlüler vardır ki onlar bunların altından kalkmayı bilir ve ezilmeden yeniden başlarlar. Herkesin bir efsunu bir de düşüncesi vardır. İkisinin iç içe geçtiği bedende ise kendi faili… 20/09/23